Bugun...
Reklam
Reklam
AFFEDENLERDEN OL ,


Sibel Unur Özdemir GÖNÜLLER SOHBETTE
 
 

AFFEDENLERDEN OL,
NE ÇIKAR 
KAYBEDENLERDEN OLDUĞUNU SANSALAR

“Eğer hata yapmazsan nasıl bulabilirsin ki doğru olanı ve adına tecrübe diyebilirsin yaşadıklarının.”

İnsan şaşar beşer, yanılgıya düşer, hata yapar. Bu kaçınılmazdır zira yanılarak doğruyu bularak, yaparak bozarak doğru olana ulaşır eninde sonunda. Asıl olan hatadan ders alınması, tecrübe kazanılması ve aynı hatanın bir daha tekrarlanmamasıdır.

Hatalar can yakar ama pek çok şey de öğretir; karşınızdaki kişiyi daha iyi tanımanıza katkı sağlar, belki de onu daha iyi anlamanıza olanak verir. Yapılan hata bir başkasına zarar veriyorsa onu affedip affetmemek hiç şüphesiz ki kişinin kendi inisiyatifindedir; ancak hatırlamalıdır ki Allah dahi affedicidir, bağışlayıcıdır. O yaptığı hatalardan, işlediği günahlardan dolayı kullarını affederken, biz aciz kulların birbirimize karşı hoşgörülü, sabırlı, bağışlayıcı olması ve birbirini sevmesi gerekmez mi?

Daha ötesi karşımızdaki kişiyi olduğu gibi sevabıyla günahıyla, yanlışıyla doğrusuyla; sözün özü olduğu gibi -her şeye rağmen- sevebilmek güzel olandır ve seven insan, sevdiği insanın hatasını görmeyecek (görse bile onun gönlünü kırmadan, onurunu zedelemeden düzeltmeye çalışacak) zaten hoş görecek, affedecektir.

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi, hoşgörülülükte deniz gibi ol, demez mi Mevlana. Ayetlerimizde, hadislerimizde de affetmek ve affedici olmak tavsiye edilmemiş midir?

 

Affetmek zordur lakin hata yapanın siz olabileceği gerçeğini de aklınızdan çıkarmamanız gerekir; çünkü gün olur devran döner ve affedilmeyi siz de arzulayabilirsiniz. İşte bu yüzden öfkeye kapılıp dar bir açıdan değerlendirmemek gerekir yaşananları. Unutmamalıdır ki sadece önündeki ağacı görenler o ağacın hemen ötesindeki yeşil cenneti, ormanı göremezler. Üç günlük dünyada kırgınlıklara ne gerek var. Kim ne götürüyor giderken yanında. Geriye bir iyilik, bir de kötülükler kalmıyor mu?

Affetmek gücenmek, küsmek, incinmek, darılmak, gönül koymak, kırılmak, içerlemek eylemlerini taşır beraberinde. Aynı zamanda da öfkeyi barındırır ve belki nefreti, intikamı ve cezalandırmayı da çağrıştırır. Tüm bunlar insanî duygulardır elbette ve haklı sebepleri vardır yaşayana göre. İnsana rahatsızlık verir affetmemek, affedememek fiziki ve ruhsal yönden, kambur üstüne kambur ekler duygularına. Bu pencereden bakılacak olursa; affetmeyi aslında kişinin kendine verdiği bir armağan olarak değerlendirmek de mümkün olabilir. Affetmek asla kaybetmek anlamına gelmez bilakis büyüklük göstergesidir ki aslında affedilen zatın hatası altında daha da çok ezilmesi olarak zuhur edebilir kişisine göre.

Her şeye rağmen affetmek belli bir olgunluğa erişmiş, yüreği sevgi dolu ve hatta karakter olarak güçlü insanlar için daha kolay olabilir; öfkeye kapılmak, kin duymak, durup durup diş bilemek ve yapılan hatayı/haksızlığı bellekte sürekli canlı tutmak hem o kişiye hem de karşıdaki şahsa zarar verir zira gün geçtikçe ağırlığı artarak katmerleşir sorun bir türlü çözülemediği için.

Kırgınlıklar unutulamasa da zaman içinde öfke dindiğinde ortalık süt liman olmuş, demektir. Affetmek büyüklüktür; asla kaybetmek değildir.  Tam burada ben de diyorum ki “Affedenlerden ol ne çıkar kaybedenlerden olduğunu sansalar.”

Şöyle bir düşünüyorum gönül kırgınlığıyla ilgili söylenen değerli deyişleri ve paylaşmak istiyorum hiç değilse bir kaçını sizlerle…

“Kâbe’yi yıksam, yeniden yapabilirim, ama kırılan bir kalbi kat’iyen” şeklinde ifade Hazreti Ömer’i,

“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil /Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” diye seslenen Yunus Emre’yi,

 “Bir defa kalb kırmak, Kâbe’yi alt üst etmekten daha kötüdür. Zira Kâbe’yi Hazreti İbrahim inşa etmiş, gönlü ise Hazreti Allah yaratmıştır” diyen Mevlana’yı,

ve yine Mevlana’nın;

“Bir gönlü mü kırdın; ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan; senden dost olmaz, Senden yâren olmaz. Ya incittiğin, kırdığın gönlü ALLAH (c.c.) seviyorsa. RASULULLAH (S.A.V.) seviyorsa. Hatta arz-ü sema dahi seviyorsa. Nerden bileceksin, bilmiyorsun. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan. Her varlığı yalnızca ALLAH’tan (c.c.) ötürü sevmek ve övmek gerektiğini asla unutmamalısın.”

 “İncinsen de, incitme / Her ne ararsan kendinde ara”  sözlerini zikreden Hacı Bektaş Velî’yi hatırlamamak mümkün müdür gönül yıkmayı, gönül kırmayı anlatmaya çalışırken.

Anımsamalıdır ki… Bir mendil kuruyuncaya dek olmalıdır küslüklerin ömrü. Zira ölüm gerçeğine her geçen gün bir adım daha yaklaştığımız gerçeğini aklımızdan çıkarmamalı ve gönül kırmadan yaşamayı destur edinmeliyiz kendimize; geriye dönük pişmanlıklar, keşkeler yaşamamak için.

Her nedense güzel ve doğru olan şeyi –ayıptır kaygısıyla-  söylemekten kaçınan dilimiz, kötü ve yanlış olanı –kötü sözleri ki ayıp olan budur aslında- hiç düşünmeden, çekinmeden sıralayabilir peş peşe, egolarının etkisinde kalarak dil yarası açtığının ayırtında olmadan. Yanlıştır elbette bu tür davranışlar; ne, neden çekilemez ki şu kısacık dünyada.  

Dünyaya ve maddeye tamah edenler, hırsı, nefreti, menfaati, vb. duyguları yaşamın bir parçası gibi görüp fedakârlık, vefakârlık, dostluk, hoşgörü, gönüldaşlık, kardeşlik gibi kavramların güzelliğinden nasiplerini alamıyorlar. Hal böyle olunca da sevgi gibi, paylaşmak gibi, dostluk gibi kutsal duyguların varlık sebebimiz olduğunu göremiyorlar ki çok yazık, kayıptalar.

İşte bu yüzden kişi geç kalmadan, pişmanlıklar dehlizinde yok olmadan doğru olanın farkına varmalı, kalp kırmamaya, kırdığı kalpler varsa af dilemeye ve kalbi kırıldıysa, kıranın özrünü kabul etmeye meyyal olmalıdır; sevgiyi, barışı, hoşgörüyü ve kardeşliği bir ömür boyu yanından ayırmamalıdır.



Bu yazı 2440 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI