Bugun...
Reklam
Reklam
YAŞLANACAĞIZ HEPİMİZ


Sibel Unur Özdemir GÖNÜLLER SOHBETTE
 
 

YAŞLANACAĞIZ HEPİMİZ

 

        Bahar gibi taze, dipdiri, rengârenk, ilkyaz güneşi gibi sıcak, sarı, ışıltılıdır gençlik. Mevsimler değiştikçe, yıllar birbirini kovaladıkça yerini orta yaşa bırakır istemeye istemeye de olsa. Grileşir, hazan rengine bürünür hayat. Saydamlığını yitirip bulanıklaşır. Yaşamın getirdiği, birbiri ardına eklenen gündelik hayatın bitmek tükenmek bitmeyen gaileleri peşinde ilerlerken doludizgin ve fark etmezken gençliğin uçup gittiğini kış bastırıverir. Beli bükülür ayazdan günlerin, aklaşır saçları, tutmaz olur dizleri. Suyu çekilir bedenlerin kurumaya yüz tutar sonbahar yaprağı misali yavaş yavaş. Değişiklikler baş göstermeye başlar vücutlarda.

        Uzak ve yakın gözlükleri, yüzdeki kırışıklıklar, saçlardaki beyazlar, ellere düşen kahverengi yaşlılık lekeleri, işitme yetisinin azalması, takma dişler, kemiklerin sızlaması, boyun kısalması, göbek bölgesinin yağlanması, paratoner gibi çekmesi yağmuru ağrıların, dizlerdeki çatır çutur sesler, feri kesilmiş ayakların fazla kilolarını taşımakta zorlanması, bir bastondan yardım almak.

        Nüfus cüzdanının eskimesi, yılların yorgunluğunun kuvvetlice duyumsanması, hatıralara dalıp gitmeler, siyah beyaz fotoğraflarda o güzel günleri aramalar, takatten düşmekte olduğunu kabul etmekte zorlanırken bedeninin gönlünün genç kaldığının farkında olmak, hissettiğin yaştasın aldatmacaları, boyunca çocuklarının hatta torunlarının olması.

         Yalnızlık, başladığın yere geri dönme korkusu, emeklilik, torun sevme, günlük iş akımı içinde koşturmaktan çocuklarının büyümesini kaçıranların torunlarını baldan tatlı addetmesi.

        Aynalardan kaçmak, günlerinin azaldığını bilmek, ölümün çok yakınlarda kol gezdiğinin ayırtında olmak işte belki de bu nedenle dört elle tutunmak yaşama, her doğan günün hediye olduğuna inandırmak kendini.

        Bedendeki, yüzdeki değişikliklerdir çığlık çığlığa haykıran her aynaya bakıldığında. Yaşlılığa imza atan kırışıklar, sarkan gıdıklar, buruşan eller, fırlayan morumsu damarlar bağırırlar durmadan. Lakin ruh asla ihtiyarlamaz. Hissettiği yaştadır gönül. En feci olanı ruhunuzun yapmak istediğini bedeninizdeki bir müşkülden dolayı yapamamanızdır.

        Yaşlanmak güzeldir kendince. Yaşlanmak, yaşamaktır. Yaş almak tecrübeler biriktirmektedir. Gençler kulak asmasalar da nasihatlere gün gelip hak vereceklerini bilmektir gülümseyen sakin bakışların arkasından.

         Hiç birimiz aynı kalmıyoruz. Doğanın kanununa riayet ederek doğuyor, büyüyor… Büyüyor, yaşlanıyor… Yaşlanıyor ve ölüyoruz. Yaşlanmak korku verir bazen insanlara. Nedensizdir elbet. Nefes alınan her anın iyisi kötüsü, eğrisi doğrusu, güzeli çirkini, zoru kolayı vardır, değil mi? Yaşlılık da zor zanaattır. Hareketlerin kısıtlanması, belki yaşam kalitesini düşüren hastalıklar. Bir söz vardır hani “Gençler bilseydi yaşlılar yapabilseydi.” diye. Ne doğrudur. Bilmenin ve yapabilmenin arasındaki ince çizgi. Yılların insana kattıkları, deneyimler, yaşanmışlıklar olası paylaşımlar. Önemli olan her yaşın hakkını vermek, vazgeçmemek hayattan, kopmamak, köşeye çekilip “Oğlum bana baksın, kızım gelsin.” düşüncelerinden arınmak, yaşama mücadelesine dâhil olmak tüm gücümüzle.

         Yurt dışındaki yaşlı çiftleri zaman zaman memleketimde gördüğümde imreniyorum. El ele,  göz gözeler. Omuzlarında sırt çantaları, ayaklarında  spor pabuçları. Tatilde, gezmedeler. Flört ediyorlar, aşk tazeliyorlar. Sonra bizim ülkemize bakıyorum. Yok denecek kadar az. Elbette ki ekonomik koşullarda önemli ama çok mu zor hayatı, sevgiyi paylaşmak, bir parka ya da deniz kenarındaki bir banka oturmak el ele, diz dize.

        Hangi yaşta olunursa olunsun hayatı değerli kılacak, günü renklendirecek, boş zamanları dolduracak uğraşılar edinmek gerek. Belki bir sanat müziği korosuna katılmak, belki bulmaca çözmek, çeşit çeşit çiçekler yetiştirmek arka bahçede belki, belki resim yapmak, ebru teknesinin desenleriyle bütünleşmek belki de.

        Yaş otuz beş yolun yarısı eder, der şair. Öyledir de. Çıkarız hayatın merdivenlerini otuz beş yaşımıza kadar. Sonra da başlarız inmeye. Kaçacak yer yoktur bu kulvarda eğer Allah ömür verdiyse.

         Gençlik günlerimiz akıp giderken zamansızlıktan ertelemez miyiz pek çok şeyi? Emeklilik günlerimde yaparım diye ötelemez miyiz? Eee…O zaman? Zaman şimdidir. Kendinize dolu dolu vakit ayıracağınız başıboş günler gelip çatmıştır. Şimdiki aklımla on sekiz yaşında olsaydım, diye iç çekmek, yaşlılığa küsüp bir köşeye çekilip ölümü beklemek değildir yaşamak. Aldığınız yaşlara takılıp kalmadan hatta kaç yaşınızda olduğunuzu unutup yaşama katılmak, onun bir parçası olmaktır her nerede olursanız olun.

         Zordur damadının, gelininin evinde yabancı olmak. Her ne kadar o ev oğlunun, kızının evi de olsa an olur fazlalık gibi hissedersin kendini. İnsan eti ağırdır. Ev üstüne ev olmaz. Görüşler, düşünceler farklıdır günden güne gelişen, değişen hayat yollarında. Belki yakınlarında bir daire ama aynı ev olmamalı. Kendi kendini idame ettirebildiğin sürece kendi evinde sürdürmelisin hayatını, karışan görüşen olmadan, kafana buyruk idame ettirmelisin hayatını. Yalnızlık can sıkıcı olabilir, haklısın. Kendi akranlarınla bir arada olmayı istemek en doğal hakkındır. İşte biraz da bu yüzdendir huzur evlerinin varlığı. Huzur Evi kelimesi içimizi sızlatsa, yüreğimizi burksa, düşüncelerimizi kamaştırsa, filmlere konu olsa da bir çıkış yoludur yalnızlıktan bıkanlar, yemeği önüne hazır gelsin, arkadaşlarım olsun diyenler için.

        Her yaşın başka güzelliği vardır ve her yaşta ayaklarının üzerinde durabilmeli, güçlü olmalı, kendi kendine yetebilmelidir insan.



Bu yazı 2653 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI