Bugun...
Reklam
Reklam


Reklam
BÜYÜK MÜBADELE VE FOÇALI MARİA...
1922 Eylül ayı, sadece Anadolu’da İngiliz ve Fransızların işgal planlarının bir parçası olarak yapılan Yunan işgalinin bitiş tarihi değildir. Bu aynı zamanda yıllarca, asırlarca birlikte yaşamış halkların da acı bir sonla buluşması tarihidir.

BÜYÜK MÜBADELE VE FOÇALI MARİA...
+ -
Reklam
BÜYÜK MÜBADELE VE FOÇALI MARİA...
 
1922 Eylül ayı, sadece Anadolu’da İngiliz ve Fransızların işgal planlarının bir parçası olarak yapılan Yunan işgalinin bitiş tarihi değildir. Bu aynı zamanda yıllarca, asırlarca birlikte yaşamış halkların da acı bir sonla buluşması tarihidir. Bu sondan en çok etkilenen halk Rum halkı olmuştur. Kitleler halinde Yunanistan’a kaçmak için liman kentlerine yığılanlar dışında, pek çok insan da Trakya üzerinden, demiryolu veya karayoluyla Yunanistan’a geçmiştir. Bu terk edişin hızını anlatmak gerekirse; bir ayda 1 milyon Rum’un ülkemizi terk ettiğini söylemek yeterlidir. Bu göçün toplam sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte 1.5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. 

      Bu olayı yaşayanlardan biri de şu anda Yunanistan’ın Pirea kentinde yaşayan 1910, Foça doğumlu Maria KEFALA yani Foçalı Maria…
      Her şey 8 Ağustos 2005 tarihinde Yunanistan’da yaşayan bir dostumun telefonu ile başladı. Benden, yanıma 2 kişi göndereceğini ve onlara yardım etmemi rica ediyordu. Ben de isteğini memnuniyetle kabul ettiğimi bildirdim. Foçalı Maria’nın Atina’dan uçakla başlayan yolculuğu, Foça’ya yanıma ulaşmasıyla iyiden iyiye içimizi acıtan ve göz yaşlarımızı tutamayacağımız duygusal bir yoğunluğa büründü. Yanında doktor olan torunu Alexandra KEFALA’da bulunuyordu. Otele yerleştiler. Benden su istedi, piyasadaki pet şişe sularından birini getirdim, istemedi. Ben sokak çeşmesinin suyunu istiyorum dedi. Foça’nın memba suyundan verdik kendisine, çok sevindi. “ne de olsa vatanımın suyu” dedi ve ekledi. “hemen Ayayani’ye gidelim” Torunu, babaannesine sağlığı açısından dinlenmesi gerektiğini söylediyse de dinletemedi. Hemen yola çıktık. 
     Yenifoça istikametine doğru gidiyorduk. Yolun kenarında bulunan taş kuleye geldiğimizde durmamızı istedi. Yaşlı gözlerle taş kuleyi izledi. Eskiden Foça ile Bağarası arasındaki yolun nereden geçtiğini anlattı. Ayayani’ye hareket ettik. Eski Rum evlerinin önünde durduk, araçtan inip etrafı uzun uzun, nemli gözlerle seyretti. Bir eve yöneldi, evin içine baktı ve bana sordu, evin kapısının üstünde bulunan taşta bir şey yazıyor muydu? Hayır yazmıyor dedim. “o zaman bu ev bizim değil” dedi. Onun hemen yanındaki eve yürüdü, kapısında durdu eve uzunca bir süre, dikkatlice baktı. “hayır burası da değil, beni Ayayani kilisesine götürün, benim vaftiz olduğum kiliseye” dedi. Beraberce yaklaşık 100 metre kadar yürüdük. Kilisenin yanına gittik, bazı dualar okuduktan sonra, duvar kalıntısının üzerine birkaç tane mum yaktı. Çocukluğunun geçtiği Ayayani’yi bize uzun uzun anlattı. “Buraları bizim zamanımızda çok güzeldi, her taraf zeytin ve bağdı” dedi. Bu gün ise zeytinlerin büyük bir bölümü yoktu ve bağ hiç kalmamıştı. Bu duruma hayret etti. Ayayani’nin toprağının çok bereketli olduğunu, onlar için bu toprakların kutsanmış olduğunu söyledi. Ben araya girip sordum,”kilisenizi buldunuz ya eviniz?”. Gülerek yüzüme baktı ve cevapladı: “ilk baktığımız ev bizim evimizdi, benim doğduğum ev işte o ev.İnsan doğduğu toprakları hiç unutur mu?” dedi. 
     Beraberce Foçalı Maria ninenin evine doğru yürümeye başladık. Maria nine evin önüne geldiğimizde, kapının üstündeki taşa dikkatlice bakmamızı istedi. “buraya dikkatlice bakın bu taşın üstünde ve içerideki ocak taşının üzerinde bir şeyler yazması lazım!” diyerek parmağıyla işaret etti. Gösterdiği taşların kireç katmanlarını kazıdık, ortaya bir haç işareti ile binanın yapılış tarihi çıktı.Foçalı Maria nine hıçkırıklara boğuldu, gözyaşları içinde ağladı. Toprağın üzerine oturup buradaki yaşamlarını bize anlattı. Komşularının isimlerini söyledi, evlerinin bahçesinde bulunan kuyunun suyunun ne kadar güzel olduğunu. Komşularının bu kuyunun suyunu içme suyu olarak kullandıklarını anlattı. Yaşlı gözlerle ayağa kalkıp, torunundan mum torbasını istedi. Mumları bahçe içerisinde yaktı ve biraz ileride bulunan yol kenarına geldi. Mumları burada da yakmaya devam etti. Neden mum yaktığını sordum. Foçalı Maria ninenin cevabı benim için ilginçti. “ben gördüğüm her kilisede mum yakarım. Vatanlarından uzaklara sürülen komşularım için, tıpkı onların çoğunun yakınlarını kaybettiklerinde yaptıkları gibi. İnsanın yerini, yurdunu kaybetmesinin ne demek olduğunu, insan değerini bildiğimi anımsamak için bunu Prosfiges (mübadillerden) kimse daha iyi bilemez. Ben bunu burada doğduğum topraklarda yaptığım için mutluyum. Bunu sen de dene inan ki mutlu olacaksın.” dedi. Mumlar yanmaya devam ediyor, Maria nine ve torunu dualarını sürdürüyordu. Maria nine evinin bahçesinde bulunan nar ağacının dibine oturdu,etrafı izledi eline bir taş aldı ve onu kokladı. Sonra bir torba toprak ve bir şişe pet suyu bana 
göstererek,”bunları evime götürüp saklayacağım. Memleket özlemi” sözlerini bitiremeden gözyaşlarına boğuldu. “burası benim de vatanım” diyebildi son olarak. Daha sonra Foça’ya döndük. Maria nine bize Bedenya (Beşkapılar), Ayairini (merkez kilise), Ayakonstantinos kilisesinin yerini, eski tuz depolarının, eski hükümet konağının, bazı tanıdık ve akrabalarının yerlerini gösterdi. 
     Ayrılık zamanı geldiğinde vedalaşıyorduk, 
     Foçalı Maria nine bizleri kokluyor, içine sokarcasına kucaklıyordu, ayrılmak istemezmiş gibi Foça’ya bakıyor onu içselleştiriyor, gözkapaklarına yumuyordu sanki. Taksiye binerken uğurluyoruz onu. 
     Yineliyordu sözlerini “burası benim de vatanım, doğup büyüdüğüm topraklar”. Güle güle Maria nine güle güle…




Kaynak: Şahner Eser

Editör: Zeynep Genç Alpdoğan/ [email protected]

Bu haber 803 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
FOTO GALERİ
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
YUKARI